5941 SAYILI ÇEK KANUNU DÜZENLEMELERİ HAKKINDA (2016 YILI 6728 s.k. DEĞİŞİKLİKLERİNDEN ÖNCEKİ HALİDİR)

                        

 

 

                        5941 SAYILI ÇEK KANUNU DÜZENLEMELERİ HAKKINDA

 

            Yeni kanunla birlikte eski 3167 Sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi Ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun ve 4814 Sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi Ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun yürürlükten kalkmıştır.

Eski kanun, birçok değişiklik yapılmasına rağmen yine de eleştirilmekteydi. Çeke ilişkin özel düzenlemeler yapılarak çekin güvenilir bir ödeme aracı haline getirilmesi istenmişse de uzun süreli hapis cezalarıyla da birlikte karşılıksız çek ve buna ilişkin suçların  sayısı artmıştır. İhtar,bildirme, duyuru gibi işlemlerin sayısının fazlalığı uygulamayı zorlaştırmış , ceza davalarının gereği gibi uygulanmasında sorun teşkil etmiştir. Diğer yandan karşılıksız çek suçu için hapis cezasının verilmesi Anayasanın 38 maddenin 8. fıkrası (Hiç kimse , yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.) ile çeliştiğine dair eleştiriler yapılmıştır. Yeni kanuni düzenleme yapılırken bu eleştiriler de dikkate alınarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile uyum içinde olması hedeflenmiş. Bununla birlikte kayıt dışı ekonominin , çekin kara para aklanması ve terörün finansmanı olarak kullanılmasının önüne geçilmek de istenmiştir.

Bankanın Araştırma Yükümlülüğü, Çek Hesapları ve Çek Defterleri (5941 S.K. 2.md.)

            Kanun , ödeme aracı olan çeke güven sağlamak için bankalara bazı sorumluluklar yüklemiştir(5941S.K.2.md.):

  1. 1.                  A- Banka çek hesabı açtırmak başvuran kişinin yasaklı olup olmadığını araştırmak zorundadır. Yasaklı değilse ekonomik durumuna bakılır. Ekonomik durumunun uygunluğu yeterli olmayıp aynı zamanda sosyal durumunun da çek hesabı açtırmak için uygun olup olmadığına bakmak zorundadır.

B-  Banka çek hesabı açtıran kişiden bazı bilgi ve belgeler almak zorundadır:

  • Adli sicil kaydı(yasaklı olup olmadığı konusu açısından)
  • Fotoğraflı nüfus cüzdanı veya pasaport veya sürücü belgesi örneği
  • Yerleşim yeri belgesi
  • Vergi kimlik numarası
  • Tacir olanlardan ticaret sicil kayıtları – esnaf ve sanatkarlardan esnaf ve sanatkar sicil kayıtları
  • Yerleşim yeri yurt dışında olanlardan Türkiye’de bir adres

Bankalar temin ettikleri bu belge ve bilgileri çek hesabının kapatıldığı tarihten itibaren 10 yıl süreyle saklamak zorundadırlar.

Çek hesabı açılabilmesi için kişinin bu yönde bir irade açıklamasında bulunması ve bizzat ya da vekilinin , tacir tüzel kişiler için de yasal temsilcinin imzası gerekmektedir. Ayrıca hem ilk başvuru sırasında hem çek defteri talebi için her başvuru sırasında gerçek kişiler , tüzel kişilerde yönetim organında görev yapan temsilcisi olan ya da yetkili kişi , tacir olup olmadığı ve çek düzenleme ve çek defteri kullanma konusu yasaklı olup olmadığına dair yazılı beyanda bulunmak zorundadır. Tüzel kişiler şirket yetkilerinin çek konusunda yasaklı olup olmadıklarına dikkat etmelidir ; çünkü yetkili kişinin çek düzenleme-kullanma yasağı varsa şirket adına çek hesabı başvurusunda bulunamaz , çek defteri kullanamaz.

  1. 2.                  Çek defterleri bankalar tarafından , Maliye Bakanlığı , Türkiye Bankalar Birliği ve Katılım Birliği Bankaları görüşleri alınmak suretiyle Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın çıkaracağı tebligat doğrultusunda bastırılır.

Çek yaprağında bulunması gereken bilgiler:

a) Çek hesabının numarası,

b) Çek hesabının bulunduğu banka şubesinin adı,

c) Çek hesabı sahibi gerçek kişinin adı ve soyadı, tüzel kişinin adı ve tüzel kişi namına çeki düzenleyen  kişinin adı-soyadı,

ç) Çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişinin vergi kimlik numarası,

Yeni kanuna göre tacir kişilerin çekleri ile gerçek kişilerin çekleri kendilerine özgü basılmalıdır. Avrupa’daki uygulamaya bakıldığında şirketler kendi çek defterlerini kendileri bastırırken , gerçek kişiler bankaların bastırdığı defterleri kullanmaktadırlar. Şirketlerin kendi adlarına bastırdıkları çekleri kullanmalarının  bu çeklere duyulan güveni artırdığı gözlemlenmiştir. Yeni kanun bu uygulamadan esinlenerek , her ne kadar şirketler kendi adlarına çek defteri bastıramasa da , tacirlere özgü çek kullanımı getirmiştir. Amaç çekin daha güvenilir ödeme aracı haline getirilmesidir, piyasadaki hareketini denetleyebilmek , kayıt dışı ekonominin önüne geçmektir. Tacirler ticari ilişkileri, işleri dışında bu çekleri kullanamayacaklardır. Şirket temsilcisi olan yetkili gerçek kişilerin kullandıkları çekler  şirket işleriyle ilişkilendirilebiliyorsa , buna yönelik çekler de tacir çeklerinden olması gerektiği kabul edilir. Buna aykırı olan kullanımları  tespit eden banka ilgili yerlere bu durumu bildirmekle sorumludur. Bir diğer uygulama , hamiline yazılan çeklerin özel düzenlenmiş olmasıdır. Bu çekler için özel hamiline çek hesapları açılır ve bu çeklerde  “hamiline” yazısı matbu olarak yer alır.  Amaç kayıt dışı işlem sürecinin takip edilebilmesi ve vergi yönetimi konusundaki zorlukların önüne geçilebilmesidir . Kişilerin çek üzerine elle yazacakları hamiline yazsısı çekin geçerliliğini etkilemese de , hamiline çek hesaplarının dönemsel  olarak Gelir İdaresi Başkanlığına bildirilmesi uygulaması  sonucu başkanlık , vergi hukuku yönünden inceleme başlatabilir.

Çek hesabının kapatılması , açılmasında olduğu gibi , yazılı bir taleple gerçekleşir. Diğer yandan  mevduat veya katılım fonlarının zamanaşımı süresinin dolması da çek hesabının kapanma hallerinden biridir.

İbraz, ödeme, çekin karşılıksız olduğunun tespiti ve gecikme cezası(5941.S.K.3.md.)

 

1-Çekin karşılığı varsa:

         Hamil çek ile birlikte , çek hesabının bulunduğu bankanın herhangi bir şubesine ibraz süresi içinde başvurursa , kimliği ve varsa vergi kimlik numarası tespit edildikten sonra ödeme yapılır. Çek hesabının olmadığı bir şubeye ibraz edildiğinde o şube , çek hesabının olduğu şubeyi arayarak çekin karşılığı olup olmadığını sorar ve karşılığı varsa ödeme yapar. Çek hesabında karşılık olmasına rağmen banka ödeme yapmazsa , ödemediği her gün için binde üç faizle gecikme cezası öder.(3.md.7-a)

2-Çekin karşılığı yoksa:

            Kanuni ibraz süresi içinde bankaya ibraz edilen çekin karşılığı tamamen ya da kısmen  yoksa , o zaman tamamı  ya da olmayan kısmı için “karşılıksızdır”  işlemi yapılır. Bu işlem ,  bankanın yükümlülüğü olmakla birlikte , hamilin talebi üzerine yapılır. Çekin arka yüzüne ibraz tarihi , hesap durumu , bankanın sorumlu olduğu ödenen miktar , gerçek kişinin adı ve soyadı , tüzel kişilikse bu durum belirtilmek suretiyle temsilcisinin adı ve soyadı yazılarak banka görevlisiyle birlikte imzalar atılır. Eğer hamil imza atmazsa karşılıksızdır işlemi yapılmaz. Hamilin talep etmesine rağmen karşılıksızdır işlemi yapılmazsa , hamil  o banka memuru hakkında şikayette bulunma hakkına sahiptir . Şikayet üzerine memur bir yıl hapis cezasıyla cezalandırılır(7.md-4)

Çekin karşılıksız çıkması halinde bankanın sorumlu olduğu maddi bir tutar vardır ve bu tutar Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayımladığı fiyat endekslerindeki yıllık değişimleri dikkate alınarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından belirlenir ve Resmi Gazete’de yayımlanır. Kanunda bankanın  sorulu olduğu tutar 600 (altı yüz) Türk Lirası olarak geçmektedir. Taraflar isterse aralarında daha yüksek bir tutar için anlaşabilirler. Netice itibariyle bu anlaşma geri dönülemez gayri nakdi kredi sözleşmesi hükmündedir(3.md.-3).

Çek tamamen karşılıksız çıkarsa banka(3.md.-a);

  • Çek tutarı 1.240TL ve altındaysa , çek tutarının tamamını öder. Bu durumda karşılıksızdır işlemi yapılmaz , banka çeki alır.
  • Çek tutarı 1.240 TL üzerindeyse sadece 1.240TL öder. Kalan meblağ için karşılıksızdır işlemi yapılır. Banka çeki alır , ön ve arka yüzünün fotokopisini çekerek hamile verir. Hamil bu fotokopiyle savcılık , icra ve dava gibi tüm yasal yollara başvurabilir.

Çekin hesabında kısmi karşılığı varsa banka(3.md.-b);

  • Çek 1.240 TL ve altındaysa , eksik kalan miktarı , çek bedelini aşmayacak şekilde , tamamlar.
  • Çek 1.240TL ve üzerindeyse, yine çek bedelini aşmayacak şekilde , kısmi karşılığa ilaveten 1.240TLlık tutarın hepsini öder.

*21.01.2014 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan tebliğe göre 600 TL’lık tutar, 1.200,00TL’ya çıkarılmıştır.

*23.01.2016 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan tebliğe göre 1.290 TL’ya çıkarılmıştır.

“ÇEK DEFTERLERİNİN BASKI ŞEKLİNE, BANKALARIN HAMİLE ÖDEMEKLE

YÜKÜMLÜ OLDUĞU MİKTAR İLE ÇEK DÜZENLEME VE ÇEK HESABI

AÇMA YASAĞI KARARLARININ BİLDİRİLMESİNE VE DUYURULMASINA

İLİŞKİN TEBLİĞ (SAYI: 2010/2)’DE DEĞİŞİKLİK

YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ (SAYI: 2014/1)

MADDE 1 – 20/1/2010 tarihli ve 27468 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çek Defterlerinin Baskı Şekline, Bankaların Hamile Ödemekle Yükümlü Olduğu Miktar ile Çek Düzenleme ve Çek Hesabı Açma Yasağı Kararlarının Bildirilmesine ve Duyurulmasına İlişkin Tebliğ (Sayı: 2010/2)’in 4 üncü maddesinde yer alan “binkırkbeş Türk Lirası”ibareleri “binyüzyirmi Türk Lirası” olarak değiştirilmiştir.

MADDE 2 – Aynı Tebliğin geçici 2 nci maddesinde yer alan “altıyüzonbeş Türk Lirası” ibareleri “altıyüzaltmışTürk Lirası” olarak değiştirilmiştir.

MADDE 3 – Bu Tebliğ 27/1/2014 tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 4 – Bu Tebliğ hükümlerini Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı yürütür.

Bankanın sorumlu olduğu tutarı hamil kabul edip etmeme hakkına sahiptir. Hamilin

yapacağı seçime göre karşılıksızdır işlemi ve nasıl açıklama yapılacağı belirlenir. Hamilin talep etmesine rağmen banka çekin hesabındaki parayı ve/veya sorumlu olduğu tutarı ödemezse , ödemediği her gün için  binde üçü oranında gecikme cezası ödemek zorunda kalır. Ayrıca hamilin şikayetiyle   işlemi yapmayan banka memuru bir yıllık hapis cezasıyla yargılanır.”

5 Yorum

Filed under Uncategorized

ALACAĞIN TEMLİKİ

                                                           

 

ALACAĞIN TEMLİKİ

 

            “Temlik” mülk olarak verme , bir hakkın diğer bir kişiye devredilmesidir. Alacağın temliki alacaklı ile üçüncü kişi arasında karşılıklı iradelerin uyuşması ile  ,tek tarafa kazandırıcı , ivazlı ya da ivazsız (yani para gibi bedelli ya da bedelsiz) yapılabilen , şekle bağlı , genel olarak borçlunun rızasının aranmadığı(istisnai durumlar hariç:kanun,sözleşme,işin niteliği) bir tasarruf işlemidir. Alacağın temlikinin yazılı yapılması gerekmekle birlikte “temlik verme sözü” şekle tabi değildir.

 

 

Şekil Şartı(yeniB.K. 184):

Alacağın temliki işlemi yazılı yapılmak zorundadır. Temlik senedinde bulunması gerekenler:

-Açık bir şekilde belirtilen alacak

-Temlik eden

-Açık bir şekilde temlik etme iradesi

-Temlik edenin imzası bulunmalıdır. Temlik edilenin imzası şekil şartından değildir.

Temlik tarihi , yeri , alacağın miktarı belirtilmesi şart olan unsurlar değildir. Bununla birlikte şekil şartından olmasa bile işlem tarihinin yazılmasında fayda vardır. Birden fazla yapılan temliklerde tarih sayesinde işlem sırası ve buna bağlı hak tespiti yapıldığı için önem taşımaktadır. Temlik senedinde tarih atılmamış ama notere onaylatılmışsa , buna ilişkin yatırılan harç makbuzundaki tarih temlik tarihi olarak kabul edilir. Alacağın temliki bir sözleşme olduğundan , temlik yeri sözleşme yeri olacağından herhangi bir ihtilaf halinde davanın açılacağı yer mahkemesi tayini konusunda , somut duruma göre , temlik yerini belirtmek  faydalı olabilir.

Temlik kanundan ya da mahkeme kararından kaynaklanıyorsa şekil şartı aranmadığı gibi alacaklının rızası da aranmaz ve üçüncü kişilere karşı  ileri sürülebilir.(yeniB.K.185).

Temlik Konusu:

 

Tüm alacaklar temlik konusu olabilir ; fakat (Yeni B.K. 183. Maddesi) “kanun,sözleşme ve işin niteliğinin uygun olması gerektiği hususları gözetilerek. Bununla birlikte alacağın temliki bir hukuki işlem olduğundan genel hüküm gereğince temlik konusu alacak kamu düzenine , genel ahlaka , kişilik haklarına aykırı olamaz.

-Eğer alacak bölünebilir nitelikteyse kısmi temlik de yapılabilir.

-Bir alacağın temlike konu olabilmesi için temlik edenin tasarrufunda bulunması gerekir. Henüz var olmayan bir alacağın temliki mümkündür. Bu işlem temlik vaadi olarak kabul edilebilir.

 

Temliğin Hükümleri:

 

Temlik eden alacağı devretme borcu altına girmiş olur.

-Temlik genel olarak borçlunun rızasının aranmadığı bir işlemdir. Fakat borçlunun iyiniyetle borcunu ödeyip borçtan kurtularak temlik alanın mağdur olmasının önüne geçmek için borçluya temlik işleminin haber verilmesi geremektedir. Aksi halde temlik alan borçluya alacağı için başvuramaz , borçlu iyiniyetle borcunu ifa etmiş , böylece borçtan kurtulmuş olur ve buna dair itirazını ileri sürebilir(yeni B.K.186). Ayrıca eğer alacağın kime ait olduğuna dair çekişmeli bir durum varsa borçlu borcunu ifadan kaçınıp , mahkeme tarafından belirlenen tevdi yerine borcunu yatırarak borçtan kurtulabilir(yeni B.K. 187). Fakat çekişmeye dair mahkemeden henüz bağlayıcı bir sonuç çıkmamış ve  borç muaccel olmuşsa , her bir alacaklı borluyu ifaya zorlayabilir(yeni B.K. 187 devamı).

-Borçlunun önceki alacaklıya karşı savunmaları temlik edilene karşı da iler isürebilir : Zamanaşımı def’i , ibra…

-Borçlu takas isteyebilir(yeni B.K. 188). Şartları:

<Borçlu kendi alacağı henüz muaccel değil ama temlik işleminden önce ya da en geç temlik işlemi tarihinde muaccel olmuşsa borcu ile takas edebilir.

-Alacağın temliki ile alacağa bağlı fer’i haklar da geçer , buna faiz de dahildir. Bir istisnası vardır: Kişiye özgü haklar geçmez.(yeni B.K. 189)

-Alacağın temliki ile alacağa ilişkin bilgi ve belgeler temlik edilene verilmekle yükümlüdür.(yeni B.K. 190)

Alacağın Temlikinde Garanti ve Kapsamı:

 

-İvazsız yani bir edim karşılığı yaplmayan veya kanun gereği olan temliklerde alacaklıya yükletilecek bir garanti yoktur.

-İvazlı yani bir edim karşılığı yapılan temlikler de temlik eden işlem sırasında alacağın ve borçlunun ödeme gücünün var olduğunu garanti etmiş olduğu kabul edilir(yeni B.K.191).Garanti kapsamı şöyledir(yeni B.K.193):

“1. İfa ettiği karşı edimin faizi ile birlikte geri verilmesini.

2. Devrin sebep olduğu giderleri.

3. Borçluya karşı devraldığı alacağı elde etmek için yaptığı ve sonuçsuz girişimlerin yol           açtığı giderleri.

4. Devreden kusursuzluğunu ispat etmedikçe uğradığı diğer zararlarını.”

-Alacaklı borcuna karşılık bir alacağını temlik ediyorsa , söz konusu miktarın belirtilmesi gerekir. Şayet belirtilmemişse , temlik alan borçludan aldığı  ya da gerekli özeni gösterseydi alabileceği miktarı alacağından mahsup eder.

                                                                                                                                                              Av.Gülşen YERLİ

T.C.

YARGITAY

13. Hukuk Dairesi

İCRA VE İFLAS KANUNU.         Madde 72

 

Esas No : 2011/6151

Karar No: 2012/860

Karar Tarihi: 24.01.2012

 

     Menfi Tespit Davası

     İspat Yükü

     Kötüniyetli Ciranta

Özet

Senedin vadesinden sonra ve kötüniyetli olarak geriye doğru bir tarih yazılmak suretiyle davalıya ciro edilmiş gibi gösterildiğini ispat yükü davacıdadır. Hayatın olağan akışına uygun olarak, senedin bakiye borcun ödenmesi zamanında davacıya iade edilmesi veya en azından ödemenin senet üzerine yazılması beklenir. Bu itibarla, ödeme tarihinde senedin davacıya verilmemiş olması ve en azından bu hususun senet üzerine yazılmamış olması, davalı cirantanın iyiniyet savunmasını kanıtlar bir husustur.

Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı asıl davada, davalı B… Ltd. Şti.’nin sahibi olduğu 57 numaralı bağımsız bölümü satın aldığını ve davalı şirket yetkilisi diğer davalı Rüçhan’a 360.000 TL ve 280.000 TL bedelli iki adet senet verdiğini, daire içinde bulunan kiracının ödemesi gereken 120.000 dolar yıllık kira bedelinin kendisinin alacağının kararlaştırıldığını, ancak kiracının yıllık kira bedelini davalılara ödediğini bildirmesi üzerine 120.000 dolar karşılığı 200.000 TL’nin 31.03.2009 tarihli ve, 280.000 TL bedelli senetten mahsubu için yazılı belge düzenlediklerini ve 31.03.2009 tarihli senedin bakiyesi olan 80.000 TL’yi ödediğini ileri sürerek 31.03.2009 tarihli senetten dolayı 200.000 TL borçlu bulunmadığının tespitini istemiş, birleşen davada ise, 31.03.2009 tarihli senedin davalı Rüçhan tarafından vadesinden sonra ve ancak daha önceki bir tarih atılarak davalı Erol’aciro edilmiş gibi gösterildiğini, oysa ki cironun, vadesinden sonra yapılmasına rağmen kötüniyetli olarak önceki bir tarih olan 06.02.2009 tarihinin yazıldığını, bu senede dayalı olarak aleyhine icra takibi yapıldığını ileri sürerek icra takibinden dolayı borçlu olmadığının tespitini istemiştir.

Davalı şirket davaya cevap vermemiş, diğer davalı Rüçhan ise davanın reddini savunmuş, birleşen dosyanın davalısı Erol ise iyiniyetli 3. şahıs olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, 31.03.2009 vadeli 280.000 TL bedelli bononun 200.000 TL’nin taşınmazın önceki kira dönemine ilişkin kira borç nedeniyle mahsup edildiği, 80.000 TL’lik kısmının ise 31.03.2009 tarihinde Rüçhan’a ödendiği, 31.03.2009 tarihinde bononun Rüçhan’ın elinde olmasına rağmen, kötüniyetli olarak vadeden önceki tarih olan 06.02.2009 tarihi yazılarak diğer davalı Erol’a ciro edilmiş gibi gösterildiği, vadeden sonra yapılan cironun alacağın temliki niteliğinde olduğu ve davalı Erol’un bu nedenle iyiniyet iddiasında bulunamayacağı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın kabulü ile, davacının davalılara borçlu olmadığının tespitine karar verilmiş, hüküm birleşen dosya davalısı Erol tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının, davalı B… Ltd. Şti.’nin malik olduğu 57 numaralı bağımsız bölümü 30.01.2009 tarihinde dava dışı eşiyle birlikte satın aldığı, satış bedelinin bakiyesi için de davalı şirket yetkilisi olan davalı Rüçhan’ın alacaklı olduğu 28.02.2009 vadeli 360.000 TL bedelli ve 31.03.2009 vadeli 280.000 TL bedelli bonolar verdiği, davacı ile davalı Rüçhan arasında düzenlenmesi 30.01.2009 tarihli belge ile de, daire içinde bulunan kiracının ödemesi gereken 1 yıllık kira bedeli olan 120.000 TL’nin tahsil yetkisinin davacı ve eşine bırakıldığı, davacının kiracı aleyhine yaptığı icra takibine kiracının kira parasını ödediğine dair itiraz üzerine Rüçhan tarafından 04.03.2009 tarihli para teslim tesellüm makbuzu düzenlenerek davacının 200.000 TL’lik ödemesinin 31.03.2009 tarihli senet ödemesinde ileri sürüleceğinin kabul edildiği ve davacının akabinde 31.03.2009 tarihinde 31.03.2009 vadeli senedin bakiye kalan kısmı olan 80.000 TL’yi ödediği, davacının böylece her iki senet bedelini ödemiş olduğu anlaşılmaktadır. Davalı Erol ise 18.09.2009 tarihinde başlattığı icra takibi ile kendisine 06.02.2009 tarihinde ciro edilen 31.03.2009 vadeli senede dayalı olarak icra takibinde bulunmuştur.

Davacı birleşen davada 31.03.2009 tarihinde, 31.03.2009 vadeli senedin bakiyesi olan 80.000 TL’nin ve dolayısıyla tüm senet bedelini davalı Rüçhan’a ödemesinden sonra davalı Rüçhan ve Erol’un el ve fikir birliğiyaptıklarını ve vadeden önceki 06.02.2009 tarihinde ciro yapılmış gibi gösterdiklerini ileri sürmekle, davalı Erol ise senedi diğer davalı Rüçhan’dan 06.02.2009 tarihinde ciro yoluyla devraldığını, iyiniyetli olduğunu savunmuştur. Mahkemece de 31.03.2009 tarihinde 80.000 TL’nin Rüçhan’a ödendiği ve bu tarihte senedin davalı Rüçhan elinde olduğu, vadeden sonra kötüniyetli olarak geriye doğru 06.02.2009 tarihi yazılarak Erol’a ciro edilmiş gibi gösterildiği gerekçesiyle davalı Erol hakkındaki dava da kabul edilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki, senedin vadesinden sonra ve kötüniyetli olarak geriye doğru bir tarih yazılmak suretiyle davalı Erol’a ciro edilmiş gibi gösterildiğini ispat yükü davacıdadır. Davalılar ise savunmalarında bu hususu kabul etmemektedirler. Davacının 80.000 TL’lik ödeme yaptığı senet üzerinde işlenmemiştir. Öncesinde 200.000 TL’si kiracının kira borcu nedeniyle mahsup edilen 31.03.2009 vadeli senedin bakiye borç olan 80.000 TL’nin ödenmesi zamanında davacıya iade edilmesi veya en azından 80.000 TL Ödendiğini senet üzerine yazılması taraflardan beklenen hayatın olağan akışına uygun bir durumdur. 80.000 TL tahsil edildiğine ilişkin olan ve Rüçhan tarafından imzalanan 31.03.2009 tarihli makbuzdan senedin davacıya neden iade edilmediğine dair bir ibare de bulunmamaktadır. Bu itibarla, 80.000 TL’nin davalı Rüçhan’a ödediği tarihte senedin davacıya verilmemiş olması ve en azından bu hususun senet üzerinde yazılmamış olması, davalı Erol’un iyiniyet savunmasını kanıtlar bir husustur. Öte yandan bu husus tanık beyanlarıyla ispat edilebilecek bir husus da değildir. Davalı Erol’un vadesinden sonra ve fakat geriye doğru 06.02.2009 tarihi yazılarak senedi diğer davalı Rüçhan’dan devir aldığı hususunun ispatlandığı kabul edilemez. Davacının 31.03.2009 tarihinde bakiye 80.000 TL’nin ödemesi de bunun delili sayılamaz. Öte yandan, davalı Erol’un davacı ve diğer davalılar hakkında önceden var olan hukuki ilişkiyi ve bu bağlamda senedin ödendiğini bildiği de ispat edilmemiştir. Hal böyle olunca davacının, davalı Erol hakkındaki iddiasını ispat edemediği kabul edilmelidir. Ne var ki davacının bu iddiasını ispat zımnında davalıya yemin yöneltme hakkı olduğu kabul edilerek, davacının yemin deliline de dayanmış olması halinde davalıya yemin yöneltme hakkı olduğu davacıya hatırlatılarak hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi gerekir. Mahkemece değinilen bu yönler gözardı edilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle; temyiz olunan kararın davalı Erol yararına (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 24.01.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

13. Hukuk Dairesi

BORÇLAR KANUNU (MÜLGA)            Madde 162

BORÇLAR KANUNU (MÜLGA)            Madde 163

BORÇLAR KANUNU (MÜLGA)            Madde 213

TAPU KANUNU.    Madde 26

NOTERLİK KANUNU      Madde 60

TÜRK MEDENİ KANUNU          Madde 706

 

Esas No : 2011/5470

Karar No: 2012/857

Karar Tarihi: 24.01.2012

 

     Yapı Ortaklığı Sözleşmesi

     Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi

     Alacağın Temliki

 

     Özet

Tapulu bir taşınmazın mülkiyetinin devrini öngören her türlü sözleşmenin resmi şekilde yapılması, geçerlilik koşulu olup, kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenledir ki, gerek mahkeme gerekse Yargıtay’ca doğrudan gözönünde tutulur. Bununla beraber, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu ‘nun 30.09.1988 gün ve 1987/2 E., 1988/2 K. sayılı kararında açıkça belirtildiği üzere; Kat Mülkiyeti Kanunu’na tabi olmak üzere yapımına başlanılan taşınmazdan, bağımsız bölüm satımına ilişkin geçerli bir sözleşme olmadan, tarafların bağımsız bölüm satımında anlaşarak, alıcının tüm borçlarını eda etmesi, satıcının da, bağımsız bölümü teslim ederek alıcının onu malik gibi kullanmasına rağmen, tapuda mülkiyetin devrine yanaşmaması hallerinde, olayın özelliğine göre hakim, Medeni Kanun’un 2. maddesini gözeterek açılan tescil davasını kabul edebilir. Bu kural sözleşmenin tamamen ifa edildiği haller için geçerlidir.

Bunun gibi, geçerli bir kat karşılığı inşaat sözleşmesinde, yükleniciye ait olacağı kararlaştırılan bir bağımsız bölümün, yüklenici tarafından adi yazılı bir sözleşmeyle üçüncü kişiye satılması, Yargıtay’ın kökleşmiş uygulamasına göre, tapulu taşınmaza ilişkin bir satış sözleşmesi değil, Borçlar Kanunu ‘nun 162 ve sonraki maddelerinde düzenlenen “alacağın temliki” hükümlerine tabi bir işlemdir. Borçlar Kanunu’nun 163. maddesinde, alacağın temliki sözleşmesinin geçerliliği ise, sadece yazılı şekle tabi tutulmuş olup, resmi şekle bağlanmamıştır. Ancak, “alacağın temliki” şeklinde gerçekleşen böyle bir sözleşmeye dayalı olarak temlik alanın talepte bulunabilmesi için, öncelikle yüklenici tarafından kendisine temlik edilen hakkın arsa sahibi nezdinde gerçekleşmesi gereklidir.Arsa sahibi ve yüklenici sıfatlarının birleşmesi ve arsa sahibinin kendisine ait taşınmaz üzerinde inşa edeceği binanın finansmanını sağlamak üzere, yapmakta olduğu inşaata, “yapı ortaklığı” modeliyle üçüncü kişileri dahil ettiği durumlarda da, yüklenici ile üçüncü kişi arasındaki sözleşmenin de yazılı yapılması yeterli olup; resmi koşul aranmaz.

Taraflar arasındaki tapu iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı, davalının sahibi olduğu Ç… Yapı Ortaklığı’na üye olduğunu, 05.03.2007 tarihli sözleşme ile 529 parseldeki A blok 6 numaralı daireyi satın aldığını, 10.09.2008 tarihinden bu yana dairede oturduğunu, arsanın davalı adına kayıtlı bulunmasına rağmen daireyi kendi adına tescil ettirmediğini belirterek A blok 2. kat 6 numaralı daireyi kendi adına tescilini istemiştir.

Davalı, davacıyla yapılan sözleşmenin adi ortaklık sözleşmesi niteliğinde bulunduğunu, sözleşmenin resmi şekilde yapılmadığı için geçersiz olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin adi ortaklık sözleşmesi olmayıp satış vaadi sözleşmesi niteliğinde bulunduğu, davacının bağımsız bölüm bedelinin tamamını ödediğinden söz edilemeyeceği, davalının daireyi davacıya da teslim etmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, yapı ortaklığı sözleşmesi gereğince kurulan üyelik ilişkisine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacı, arsa sahibi ve aynı zamanda yüklenici olan davalı ile imzaladığı ortaklık sözleşmesi gereğince edimlerini yerine getirdiğini, davalının teslim ve devrini taahhüt ettiği daireyi teslim aldığını, eksik işleri de tamamlamak suretiyle dairede oturmaya başladığını ileri sürerek, dairenin davalı adına olan tapusunun iptali ile kendisi adına tescilini talep etmiş, davalı ise, davacının edimini tam olarak yerine getirmediğini,dairenin bedelinin tam olarak ödenmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Bilindiği üzere, tapulu bir taşınmazın mülkiyetinin devrini öngören her türlü sözleşmelerin resmi şekilde yapılması, geçerlilik koşuludur (743 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 634; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 706; Borçlar Kanunu madde 213; Tapu Kanunu madde 26; Noterlik Kanunu madde 60). Tapuda kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetini devir borcu doğuran, ancak yasanın öngördüğü biçim koşullarına uygun olarak yapılmadığından geçersiz bulunan sözleşmeye dayanılarak açılan bir cebri tescil davası kural olarak kabul edilemez. Yasa hükümlerinin öngördüğü biçimde yapılmayan sözleşmeler hukuken geçersizdir; burada öngörülen şekil, sözleşmenin geçerlilik koşulu olup, kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenledir ki, gerek mahkeme gerekse Yargıtay’ca doğrudan gözönünde tutulur.

Bununla beraber, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 30.09.1988 gün ve 1987/2 E., 1988/2 K. sayılı kararında açıkça belirtildiği üzere; Kat Mülkiyeti Kanunu’na tabi olmak üzere yapımına başlanılan taşınmazdan, bağımsız bölüm satımına ilişkin geçerli bir sözleşme olmadan, tarafların bağımsız bölüm satımında anlaşarak, alıcının tüm borçlarını eda etmesi, satıcının da, bağımsız bölümü teslim ederek alıcının onu malik gibi kullanmasına rağmen, tapuda mülkiyetin devrine yanaşmaması hallerinde, olayın özelliğine göre hakim, Medeni Kanun’un 2. maddesini gözeterek açılan tescil davasını kabul edebilir. Bu kural sözleşmenin tamamen ifa edildiği haller için geçerlidir.

Bunun gibi, geçerli bir kat karşılığı inşaat sözleşmesinde, yükleniciye ait olacağı kararlaştırılan bir bağımsız bölümün, yüklenici tarafından adi yazılı bir sözleşmeyle üçüncü kişiye satılması, Yargıtay’ın kökleşmiş uygulamasına göre, tapulu taşınmaza ilişkin bir satış sözleşmesi değil, Borçlar Kanunu’nun 162 ve sonraki maddelerinde düzenlenen “alacağın temliki” hükümlerine tabi bir işlemdir. Başka bir ifadeyle, böyle durumlarda, yüklenici kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince, kendisine düşen bir bağımsız bölümü üçüncü kişiye satmış değil; kat karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde söz konusu bağımsız bölüm yönünden arsa sahibine karşı sahip olduğu alacağını, diğer bir ifadeyle sözleşmeden doğan kişisel hakkını (bağımsız bölümün mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteme hakkını) üçüncü kişiye temlik etmiş sayılır. Kısaca, böyle durumlarda yüklenici ile üçüncü kişi arasında bir “alacağın temliki” sözleşmesi bulunur. Borçlar Kanunu’nun 163. maddesinde, alacağın temliki sözleşmesinin geçerliliği ise, sadece yazılı şekle tabi tutulmuş olup, resmi şekle bağ-lanmamıştır. Dolayısıyla, yazılı şekilde düzenlenmiş olması şartıyla, yüklenici, arsa sahibinden olan alacağını üçüncü kişiye devredebilir; “alacağın temliki” hükmünde olan böyle bir sözleşme de, hukuken geçerlidir. Ancak, “alacağın temliki” şeklinde gerçekleşen böyle bir sözleşmeye dayalı olarak temlik alanın talepte bulunabilmesi için, öncelikle yüklenici tarafından kendisine temlik edilen hakkın arsa sahibi nezdinde gerçekleşmesi; başka bir ifadeyle, yüklenicinin kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle arsa sahibine karşı üstlendiği edimi yerine getirmesi; inşaatı bitirmesi veya eksik kalan kısmın paraya dönüştürülerek tamamlanacak kadar cüzi bir boyutta olması gereklidir. Aksi takdirde, temlik alan, temlik sözleşmesine dayalı olarak, o sözleşmenin tarafı durumunda bulunmayan arsa sahibinden herhangi bir talepte bulunamaz; ancak, kendi akidi durumundaki yükleniciden tazminat talebinde bulunabilir. Hemen belirtmek gerekir ki; arsa sahibi ve yüklenici sıfatlarının birleşmesi ve arsa sahibinin kendisine ait taşınmaz üzerinde inşa edeceği binanın finansmanını sağlamak üzere, yapmakta olduğu inşaata, “yapı ortaklığı” modeliyle üçüncü kişileri dahil ettiği durumlarda da, yüklenici ile üçüncü kişi arasındaki sözleşmenin de yazılı yapılması yeterli olup; resmi koşul aranmaz (Bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 16.06.2010 tarihli, E. 2010/14-290, K. 2010/328 sayılı kararı).

Bu açıklamalardan sonra somut olaya bakılacak olursa; tarafların, alıcı durumundaki davacı ve arsa sahibi/yüklenici durumundaki davalı olmasına göre; inşa halindeki taşınmazın satın alınması konusunda yapılan yazılı sözleşme geçerlidir. Bu sözleşme gereğince davacı, aylık aidatlar şeklinde olmak üzere toplam 23.800 TL ödemiş, daire kendisine teslim edilmiş olup, eksik işleri de tamamlamak suretiyle halen bu dairede oturmaktadır. Bu haliyle sözleşme hayata geçmiş olduğundan, davacının tescil talebinde bulunabileceğinin kabulü gerekir. Mahkemece, açıklanan hususlar gözardı edilerek, yazılı şekilde, tapu iptal tescil talebinin reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, mahkemece yerinde keşif yapılıp tasdikli projelerden de yararlanılarak, taşınmazda kat irtifakı kurulacakmış gibi her bir bağımsız bölüme dağıtılacak arsa payları konusunda uzman bilirkişiler aracılığıyla belirlenmeli, davacının son duruşmada bilirkişilerin belirlediği daire bedelini yatırmak için süre istemesi de gözetilerek dava konusu arsa payını davacı adına tesciline karar verilmesi gerekir. Mahkemenin değinilen bu yönü gözardı edilerek yazılı şekilde karar vermesi usul ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle; temyiz olunan kararın davacı yararına (BOZULMASINA), 24.01.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

14. Hukuk Dairesi

BORÇLAR KANUNU (MÜLGA)            Madde 162

BORÇLAR KANUNU (MÜLGA)            Madde 163

BORÇLAR KANUNU (MÜLGA)            Madde 364

 

Esas No : 2011/3185

Karar No: 2011/7135

Karar Tarihi: 02.06.2011

 

     Yüklenicinin Temliki İşlemine Dayalı Tapu İptali ve Tescil

     Yükleniciye Temlik Yasağı

 

     Özet

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yükleniciye kişisel hak sağlar. Yüklenici, kazandığı kişisel hakkını doğrudan arsa sahiplerine karşı ileri sürebileceği gibi, üçüncü kişilere de temlik edebilir. Alacağın temliki, alacaklı ile onu devralan üçüncü şahıs arasında arsa sahibinin rızasına ihtiyaç olmaksızın yazılı olarak yapılabilen ve sadece kazandırıcı bir tasarrufişlemi niteliği taşıyan şekle bağlı bir akittir. Temlik işlemi yapılırken borçlunun rızası gerekmez ise de temlikin geçerliliği için kanun veya sözleşme ile ya da işin mahiyeti icabı temlik yapan kişinin men edilmemiş olması gerekir.

Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 02.06.2004 gününde verilen dilekçe ile yüklenicinin temlikine dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın kabulüne dair verilen 17.09.2010 günlü hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davalı yüklenici şirket vekili ve duruşmasız temyizi davalı arsa sahipleri vekili tarafından istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Dava, yüklenicinin temliki işlemine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davalı yüklenici; diğer davalı arsa sahiplerine karşı edimlerini yerine getiremediğini, dolayısıyla kendisi tarafından yapılan temlik işleminden davacının yararlanamayacağını, kaldı ki davacıdan yaptığı temlik sebebiyle bir kısım alacağını alamadığını, bu hususta açılan dava bulunduğunu, davanın reddini savunmuştur.

Davalı arsa sahipleri, aynı savunmada bulunmuşlardır.

Mahkemece, adil ve hakkaniyete uygun olacağı düşüncesiyle dava kabul edilmiştir.

Hükmü, davalılar temyiz etmişlerdir.

1- Davalılar arasındaki 29.09.1995 tarihli sözleşme, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesidir. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin konusu, inşaattır. Bu tür sözleşmeler “yüklenicinin finansı kendisi tarafından sağlanarak arsa malikinin arsası üzerine bina yapım işini üstlendiği, arsa malikinin ise yapılacak inşaata karşılık bedel olarak binadaki bir kısım bağımsız bölüm mülkiyetini yükleniciye geçirmeyi vaat ettiği” sözleşmelerdir. Başka bir deyişle, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde ücret (bedel) arsa sahibi tarafından nakit olarak değil, ayın olarak ödenmektedir. Yine belirtilmelidir ki, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi iki tarafa hak ve borçlar yükler. Burada, biri diğerinden farklıiki ayrı hukuki müessese vardır. Bunlardan ilki, geçerliliği bir şekle bağlı olmayan inşaat sözleşmesi (eser sözleşmesi) “yüklenicinin borcu”, diğeri ise kamu düzeni bakımından resmi şekilde yapılmadıkça hüküm doğurmayan taşınmaz malda pay mülkiyetinin devri “arsa sahibinin borcu”dur. Aksine sözleşme hükmü bulunmadıkça yüklenici, Borçlar Kanunu’nun 364. maddesi gereğince bedele (arsa payı devrini talebe) eserin teslimi halinde hak kazanır. Ancak uygulamada, yükleniciye finans sağlamak amacıyla ve yine uygulamadaki deyimiyle “kademeli ferağ” şeklinde teslimden önce de bir kısım arsa payı avans biçiminde devredilmektedir.

Hiç kuşkusuz, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yükleniciye kişisel hak sağlar. Yüklenici, kazandığı bu kişisel hakkını doğrudan arsa sahiplerine karşı ileri sürebileceği gibi, Borçlar Kanunu’nun 162. ve 163. maddelerinden yararlanarak üçüncü kişilere de temlik edebilir. Bir tanımlama yapmak gerekirse alacağın temliki, alacaklı (yüklenici) ile onu devralan üçüncü şahıs (davacı) arasında borçlunun (arsa sahibinin) rızasına ihtiyaç olmaksızın yapılabilen ve sadece kazandırıcı bir tasarruf işlemi niteliği taşıyan şekle bağlı bir akittir. Bu akdin tarafları ise, devreden (eski alacaklı) ile devralan (yeni alacaklı)dır. Tekrar vurgulamak gerekirse kural olarak, temlik işleminde BK m. 161/1 hükmü uyarınca borçlunun rızası gerekmez. Aynı Yasa’nın 163/1’e göre sadece temlikin yazılı şekle uyularak yapılması yeterlidir.

Davacının dayandığı, davalılardan yüklenici ile yapılan “inşaat yapım sözleşmesi” niteliği itibariyle yukarıda sözü edilen alacağın temliki işlemidir. Her ne kadar temlik işlemi yapılırken borçlunun rızası gerekmez ise de, BK m. 162/1 uyarınca temlikin geçerliliği için kanun veya sözleşme ile ya da işin mahiyeti icabı temlik yapan kişinin men edilmemiş olması gerekir. Davalılar arasındaki arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin 3. maddesinde ise aynen “yüklenici firma kendine ait parselleri isterse kooperatif şeklinde, isterse yap-sat şeklinde yapmakta serbesttir. Temlik edemez veya sözleşmeyle doğan haklarını bir başkasına veya firmaya devredemez.” hükmü bulunmaktadır. Görülüyor ki, sözleşmenin bu hükmüyle yükleniciye temlik yasağı getirilmiştir. Bundan dolayı da davacı üçüncü kişi, yüklenicinin yaptığı temlike dayanarak davalı arsa sahibinden mülkiyet nakli talebinde bulunamaz.Mahkemece yapılan bu saptama bir yana bırakılarak, davanın kabulünün adil ve hakkaniyete uygun olacağından söz edilmek suretiyle istem yazılı olduğu şekilde hüküm altına alındığından karar bozulmalıdır.

2- Yukarıdaki bozma nedenine göre davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesi gerekmemiştir.

Sonuç: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalıların temyiz isteminin kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), 2. bent uyarınca davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek bulunmadığına, peşin yatırılan harcın istek halinde iadesine, 02.06.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

29 Yorum

Filed under Uncategorized